Yıl 2020, artık öyle bir devirde yaşıyoruz ki, tüm gizlilerin açığa çıktı, tarihteki tüm hesaplaşmaların ortaya döküldüğü bir devir bu.
Şimdi tarihi üç yüzyıl kadar geriye alalım yani bugünün 21.yüzyıl Türkiye’sinden. Cumhuriyet tarihinde ilklerin yaşandığı, akılalmaz dönüşümlerin sahnelendiği ve hatta devlet yönetiminde, parlemontada bir çağın bittiği, batının halen kabullenemediği belki de halen inanmakta güçlük çektiği ve hatta kendi içimizdeki, tecrübeleri ile sabitliğine usta, dünya siyasetinin de her türlüsüne tanık, ileriye görmekten yakına kör olmuşlar da inanamadılar. İnanamazlar elbet; dil, din, ırk, bayrak, koltuk, tapınırcasına tutkunluk, kinlerine canları fedadır onların. Tarihlerden tarih beğenin deseler kim 03 Kasım 2020’yi seçer ki? Seçimine gidilen, seçilmişliğine bin pişman, seçilmediğine alkışlanan bir tarih. Sadece sarı saçlarından suçlu ve sorumlu olduğunu düşünen, Sam Amcanın ülkesi ile yeşil kağıttan kılıçların çekildiği günden bakalım 18.yüzyılın son çeyreğine…
18.yüzyılda savaşlar ve antlaşmalarla toprak kaybına uğrayan Osmanlı İmparatorluğu, bozulan güç dengesini yeniden eski haline getirmek amacıyla çözüm arayışlarına girdi. 17.yüzyılın sonlarından itibaren başlayan çözüm arayışları; karizmatik yöneticilerin öncelik ile askeri tedbirleri alarak ortaya çıktı. Ancak, bu çabalar çöküşü engelleyemedi. 18.yüzyılda, Lale Devri’nde de olduğu gibi İmparatorluğu eski gücüne kavuşturmak için dış temaslar başlatıldı ve orduda düzenlemelere gidildi. Bu düzenlemeler de büyük ölçüde Avrupa devletlerinden gelen ordu mensupları ve teknik adamların desteği ile yapıldı. III.Selim, II.Mahmud, Abdülmecid gibi 19.yüzyıl padişahları; askeri, idari, sosyal, siyasal alanlarda yenilikçi girişimlerde bulundular. Nizam-ı Cedid ile başlatılan bu girişimler, bir ölçüde Osmanlı İmparatorluğu’nun din taasubundan kurtularak, Avrupa’daki teknik ve sosyal gelişmelerden alıntılar yapmalarını sağlamıştı. II.Mahmud gibi otoriter bir padişahın son döneminde Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nu hazırlatması, insan hakları alanında da Osmanlı devletinin katettiği mesafeyi gösteriyordu.
Osmanlı İmparatorluğunun en zahmetli ve en uzun devri olan 19. yy ‘da tam anlamıyla bıçak sırtındaki günleridir yani Tanzimat Fermanı ile Islahat Fermanı dönemleri. Bu dönemleri anlamak ve anlamlandırmak; sanırım Osmanlıyı anlamaktan öte, 21.yüzyılda ve hatta bugüne kadar adına değişim denilen siyasi darbelerle ayakta kalmaya çalışan Türkiye ile birlikte…
Bu büyük tarih içinde önemli bir yere sahip olan Tanzimat Dönemi’ni incelemek dahi hayli güçtür. Osmanlı’nın İngiltere, Fransa, Rusya ve daha bir çok ülkelerle olan mücadelesi, kendi iç bünyesinin arz ettiği kararmış gerçeklik, bir çok alanlarda yapılan yenilikler adı altında değişimler ve bunların nasıl gerçekleştikleri, yönetim kademelerinde bulunanlar, hepsi çok geniş bir araştırmanın konusu olabilecek büyüklüktedir.
Beylikten imparatorluğa uzanan süreçte bir cihan devleti haline gelen Osmanlılar, uzun ve başarılı yılların ardından 16.yy’ın sonlarına doğru bir takım bozuklukların başlamasıyla devlette ıslahatlar yapılması gereği gündeme gelmiş idi. Amaç; bilinen devletin gücünü, kendi akıllarına ithal ek destek alarak yeniden kazanmak idi.
İki yüz yıl içerisinde cihan devleti olabilen, kudretli yaşayan Osmanlı’nın başına fesi geçirebilen Paşa. Kendisini Kırk Sadrazam isim listesine, bir mührün mucizesi ile eklemeye başaran “Şeyhü’l – Vüzerâ Koca Hüsrev Mehmed Paşa”. Devlet-i Aliye’nin, yenilik, reform konu başlıklarında, çabalarını aslında sadece kendisinden esirgemeyen bir isim.
18. Yüzyılın son çeyreğinden, 19. Yüzyılın ikinci yarısına kadar, üç çeyrek yüzyıl, köle olarak getirildiği Osmanlı Devleti başkentinde, hiyerarşi basamaklarını kişisel hırsı, pragmatizmi ve oportünizmi ile hızla tırmanan Koca Hüsrev Mehmed Paşa.
18. yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı Devleti’inde III. Selim döneminde askeri alanda, birincil ve merkez olmak üzere başlayan yenilenme hareketleri, II. Mahmud ile devam etmiş, Yeniçeriliğin 1826’da kaldırılışı ile zirveye ulaşmış, Abdülmecid döneminde Tanzimat ile de idari ve sosyal alanlara sirayet etmiştir. Hüsrev Paşa her üç padişah döneminde de önemli görevler üstlenerek bu reformların gerçekleşmesinde yer almıştır. Bürokrasi içi iktidar kavgalarında yer alan, hedeflediği gibi ön saflarda ve önplanlamalarda da önemli rollere bürünebilen bir şahsiyet.
Kahire’de, bir kışla düzenlemesi ile talimli Nizam-ı Cedid’de askeri yetiştirmek, Kölemen beylerini kontrol altına almak, mülki – idari yapıyı düzeltmek ve mali meseleler üzerine atanmıştır. Mısır’daki görevi esnasında Avrupa ordularını yakından tanıma imkânı bulur, bu tecrübelerini Yeniçeriliğin kaldırılması sonrasında yenilenme sürecinde verdiği destekle, II. Mahmud’un gözdesi olarak, seraskerlik döneminde uygulama imkânı bulacaktır.
Hüsrev Paşa’nın, efendisinin donanmayı ıslah çalışmalarında, Mısır’daki görevi sırasında Fransız ve İngilizlerden edindiği tecrübeler sayesinde Avrupa askeri sistemi ve eğitimi konularında bilgi sahibi olması avantaj sağlar. Askeri talimin gerekli olduğuna Padişahı ikna eder ve Tunus- Cezayir – Mısır yolculuğu esnasında ahalide gördüğü fesi giydirdiği gibi askerlere, “has dur, rast dur” komutlarıyla yaptırdığı talimi Kuleli’de padişaha seyrettirir. Sultan; tüm birliklerin Nizam-ı Cedid devrine ait üçlü talim sistemini terk ederek, ‘Ta‘lîm-i Hüsrevî’ usulünde eğitim yapmalarını emreder. Hüsrev paşa yenilikçi ve gayretli tavrıyla, adeta seraskerliğe en layık ismin kendisi olduğunu göstermek istemiştir.
Üç asrı geride bıraktığımız bu günlerde, dünden sonra yarından öncelerimizi işte böyle inşaa ettiler. Reform dediler çökmekte olan bir imparatorluğun adına, hızla yenilenin de inceldiğiniz yerden kopun artık dediler. Bir dolu kin üzerine tanzim edilen, kanla imzalanan, belgenin ihtirasını bir kaç kumaş parçası ile ölçüp biçip Sultan’a giydirdiler. Öyle ya yenileniyorduk !
Reform mu, İnkılap mı, Yenilenmek mi, Dönüşüm mü ? Bir parça kumaş, fes, kasket, şapka ve birkaç yaldızlı belgenin belli bir kesimi aydınlatması ile, son üç asır boyunca “Yenileniyorsunuz” dediler. Amaçları özümüzdeki var olan kudretli evrensel bilgiyi söküp çıkartarak, bizi ikinci el yaşamlara sürgün etmek.
Bazıları vardır, kendi sınırları içerisinde, başkalarının hikayelerinde, figüran rolü ile yaşam savaşında kararlıdır. İkinci el kopyalanmış bilgi ile başkaları gibi yaşar, başkalarının kopyalarını tekrarlamakla ömür ve hatta bir cihan imparatorluğunu tüketir.
Amerikalı Turizmcilerin ümitlerinin Biden ile yeşermesine sevinelim mi şimdi? Amerikan rüyasının kaybolmasına biz niye üzüldük ki?
İzmir başımıza çökmüş, Amerikan Turiziminde Trump çöküşüne mi dikkat kesilelim ne yapalım?
Dünya’nın dönüşünü turizme bağlayıp, fırlatıp attığımız yeni bir küresel fesi mi alıp başımıza geçirelim?
Bilen bilir iç acıtıcı Fesin püskül hikayesini…