KÜRENİN DÜNYASINDA NELER OLUYOR?

Günümüz dünyasının en belirgin tanımlarından biri olan, “Küreselleşme”!

2002 yılında, Girne-Amerikan Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, kelime hazinesi ve gramer bakımından oldukça zengin bir dil olan Türkçenin ancak binde 5’ine hakim olduğumuz ile ilgili çalışmalarını paylaşmış idi. Türkçede 78 bin ana kelime olmasına karşın, nüfusun büyük bölümü günlük yaşamında ortalama 400 civarında kelime kullandığı tespitinin yapıldığını öğrendik. 78,000 bin ana kelimeye karşın, 400 kelime! Bu sonuç; ne kadar okuduğumuza, düşündüğümüze, çözümlemeler üzerine yaşam biçimimizin gelişimine dikkat çekmektedir.

Prof. Dr. Gülensoy, şöyle devam etmiş:

”Yaptığımız araştırmalarda özellikle kırsal kesimde insanların günlük sadece 40-50 kelime kullandığına şahit olduk. Sadece ana kelime sayısı 78 bin olan ve dünyanın en zengin dillerinden biri olma özelliğini taşıyan Türkçeyi, nüfusun çok büyük dilimi gerçek anlamda bilmiyor. Çünkü, bu büyük kitle ortalama 400 civarında kelime ile yetiniyor. Diğer kelimeler ise neredeyse hiç kullanılmadığı için adeta köreliyor. Bu nedenle ifade gücü azalan kişiler konuşmalarında (şey), (yani), (ııı) gibi ses taklitlerini hiç şık olmamasına karşın sıklıkla kullanıyorlar.”

O halde, buradan Sayın Prof. Dr. Gülensoy’a bildiğinden emin olduğumuz müjdeyi hatırlatalım. Yirmi Yirmi’nin bereketi; kırsal kesimde tespit edilen 50 ve büyük bir kitlenin kullandığı 400 kelimeye eklenenleri. Artık gün içerisinde herkesimin kullandığı bir cümle içerisinde, küresel, küreselleşme, küreselciler, küresel çete vb. işitebiliyoruz. Ayrıca pandemi, maske, sosyal mesafe, yeni normal, karantina, çevirimiçi, onlayn, uzaktan eğitim, bizbize, homofis, evde kal, evden çalış, evden öğren, paradigma geçti geçiyor, kaydı kayıyor…

“Küreselleşme” kelimesinin dışında, diğer kelimerin anlamlarının karşılıklarını tam olarak bulabiliyoruz. Ancak, maskemizin tek markası olan küresel dünyanın anlamını ve üzerinde taşıdığı kelime kökeninin karşılığını en sade açıklamasını bulabilirmisiniz?

Dilimize dolandıkça kök salan, toplumsal yaşamın her alanında satırbaşı kelimesi haline gelen “küresel” ifadesini, kürenin dünyasından öğrenmeye ne dersiniz? Kürenin dünyasını anlatan iki kitap; Dünya Düzdür/Yirmi Birinci Yüzyılın Kısa Tarihi ve Düzülke.

Fesuphanallah! “Hani dünya yuvarlıktı. Düz mü, yuvarlak mı, şimdi yeniden mi…?” Sakin olun. Dünya halen şekil olarak yuvarlak, lâkin yaşam biçimi, zihnimizin dünyası küreselleşme başlığı ile dümdüz Müş!

Edwin A. Abbott’un, yayınlandığı günden bugüne güncelliğinden bir şey yitirmeyen Düzülkesi, hatta “Bize neler oluyor?” sorunsalımızın çözümleme çalışmalarındaki en güçlü referans diyebileceğimiz bir eser.

Ünlü İngiliz Yazar Edwin Abbott’un, Düzülke (Flatland) isimli kült eserini bugünler için okuyarak, düşünmekte fayda var, diyebiliriz. Kendisi çok tanınmış bir öğretmendi. Yüzlerce öğrencisini pek çok konuda eğitim almaları için teşvik etmiştir. Sanskritçeden, kimyaya kadar, hayatını din bilimi, Latin ve Eski Yunan edebiyatına adamış, aynı zamanda tanınmış bir yazardı. Kurguladığı öyküsünde, Düz Ülke’deki insanların iki boyutta hayatlarının nasıl olduğu vardı. Ve bu insanların, kendi mağaralarında zincirlenmiş yani zihin dünyalarında bedensel duygular ile yoğuşmuş bir halde nasıl yaşadıklarını anlatıyordu. Kendi sınırları içerisinde, üçüncü boyutu algılamaya programlı bilinçte olmadıkları için, üçgenleri, kareleri veya daireleri göremiyorlardı. Düz Ülke halkı, düz bir yüzey üzerinde yaşamaya programlanmış, bu varoluş programlarının sonucu ile yüksekliği (derinliği) olmayan bir yaşama mahkûm edilmişlerdi. Dahası dünyalarına tepeden de bakamazlardı çünkü onların dünyasının “yukarısı” yoktu. Bu kitap, Kraliçe Victoria dönemine eleştiri maksadıyla yazılmış. Bize böyle bir açıklama ile kitabın yorumu ulaşmış olsa dahi; aslında yaradılış özelliklerinin farkına varamayan insanlardan bahsetmekteydi. Kitap; dünyamız olan mavi gezegende adeta zihnimizin duvarına zincirlenmiş, bir mağara içerisindeki yaşayışı anlatmaktadır.

Kitabını kendi ismi ile değil, “kare” olarak yayınlamıştır. Boyutlar arasındaki bakış farklılıklarına işaret eder. Kadının toplumdaki yeri hakkında ayrıntılar önemlidir. Boyutlar arasındaki farklı bakış açılarını, paradigma farkları olarak düşünebiliriz. İçine doğmuş olduğumuz paradigmamıza ne kadar tutkuyla bağlı olduğumuzu açıkça ifade etmiştir. Değişimin sonrasında yaşamak durumunda olduğumuz paradigmaya, korku, öfke algısı ile karşıladığımızı anlarız. 3-boyutlu evrende yaşadığına inanmış olan insanoğlunun bütün bildiklerini alt üst eden bir yazardır. Düzülke’de yükseklik (derinlik) yoktur. Yani her şey, en ve boydan ibarettir. Ayrıca, ilave olarak zaman boyutu vardır. Diğer bir ifade ile, onlar da tıpkı bizim gibi zamana tabi varlıklardır. Aslında dümdüz bembeyaz, bir kağıt üzerinde, fikirlerimizi bir taraf bırakarak, kendi düz ülkemizi çizdiğimizde, konuyu daha iyi anlayabiliriz, belki!

Yazarımızın ülkelerini biraz tanıyalım. Nokta ülkede boyut yoktur, boyut sayısı sıfırdır. Noktaların ülkesidir. Çizgi ülkede tek boyut vardır. Düz çizgilerin doğrusal ülkedir. Düz ülkede iki boyut vardır. Karelerin, dairelerin, üçgenlerin düzlemsel ülkesidir. Uzay ülkede üç boyut vardır. Küplerin, prizmaların, kürelerin ülkesidir.

Asıl konumuz ile bu kitabın ne ilgisi var, diye sorabilirsiniz. Yazarımızın, eseri ile Düzülke’nin varlığına ve yapısına yaklaşmamızın sebebi; hayatına tuhaf bir şekilde giren bir küre. Kahramanımız “Küre”ye Lord Cenapları diye hitap ediyor. Lord Cenapları bu iki boyutlu varlığa, üçüncü boyutun varlığını anlatıyor hatta yaşatıyor. Eğer üç boyutlu bir evren imkanlıysa, dört boyutlu hatta çok boyutlu evrenlerin de mümkün olabileceğine işaret ediyor.

Yazarın meselesi insan zihninin sınırlılığı, insanın sınırlara karşı yaklaşımı. “Sınırlama, fiziksel özellikleri nedeniyle varlığın doğasındaysa, o varlık bu sınırlamayı nasıl aşabilir? Görme özelliği olmayan birisine rengi, işitme özelliği olmayan birisine müziği nasıl anlatabiliriz? İnsan ışığın veya sesin farklı dalga boylarını nasıl açıklayabilir? Dokunma deneyimini kazanabilir. Akıl mekanizması, zekaya dayanan bir anlayışa sahip olabilir… “Ama bu, birkaç saniyeliğine olsun bir bahçenin görülmesi veya Beethoven’in bir senfonisinin duyulmasının doğuracağı anlama düzeyiyle asla karşılaştırılamaz.” Isaac Asimov, Düzülke için kaleme aldığı Sınırlamalar adlı yazısında bu şekilde ifade ediyor. Sonuç pek de beklendiği gibi değil ne yazık ki! Kahramanımız sınırları(nı) aşmak, hakikati yaşamak yerine, boyutlar arası gezip tozmayı seçiyor.

Sizce Düzülke nerededir? Şekillenmiş zihin mağarasında bunun ne demek olduğunu anlayabilir miyiz? Önyargılarla dolu, korkularla sınırlı, zihin mağaramızın duvarında ateşin yansıttığı bilgilerle mi?

Artık ülkemiz insanları ince şeyler ile ilgilenmiyor. En temel konular üzerinde bile düşünmekten hatta temel kavramları sorgulamaktan dahi korkar oldular. Öfke giyisisi ile korkularını gizlemeye çalışıyorlar. Aklımızı yitirdik, sadece inanç köşelerinde itaat ile ısınmayı seçtik.

Hiç mi vaktimiz yok, durup düşünmeye, sorgulamaya…

“Bize daha neler olacak?”

Anahtar Kelimeler: GirneAmerikan Üniversitesi Türk Dili Ve Edebiyatı Edwin Abbott