Kaosu duyduğumuz zaman ürperir ve öyle bir alandan hemen kaçmak isteriz. Aslında konfor alanımızın değişiminden korkarız. Güvende hissetmenin tek yolu konfor alanımızda kalmak, kaosun gölgesinin dahi bu alanda bulunmamasını sağlamaktır. Tahmin edilebilir bir hayat, korkmadan evden çıkmamıza olanak sağlar. Hava durumunu bilmek, yağmura yakalanmamak, gittiğimiz yere göre alternatifli giysilerimizin yanımızda bulunması; bu düşünce yapısı hayatımızı ve geleceğimizi güvenle oluşturmamızı sağlar. Aristoteles’in metafizik kitabının girişinde belirttiği gibi: “Bütün insanlar, doğaları gereği bilmek isterler.” Çünkü insan yalnızca yaşamayı, hayatta olmayı istemez, yaşamının nedenini ve değerini de bilmek, kavramak ister, yaratılışı gereğince…
Felsefe çoğu zaman cevaplanamayan sorular bütünüdür olanarak tartışılır. Bilgi felsefesi soruları günümüzde bilim sayesinde cevaplanmaktadır. Kant analitik yargıları tanımlarken düşünme kavramını da kullanır. Düşünme kavramı olumlu anlamda analitik yargıları örneklerken, olumsuz anlamıyla sentetik yargıları işaret eder. Çünkü sentetik yargılarda, yargıya eklenen yüklem hiçbir şekilde öznenin kavramında düşünülmemiştir. Yani yüklem, hiçbir biçimde öznenin ayrıştırılmasıyla elde edilemez. Kant bunu şöyle ifade eder: “Çözümsel yargılar yoluyla bilgimiz hiçbir biçimde genişlemez, tersine daha şimdiden taşımakta olduğum kavram ayrıştırılır ve benim kendim için anlaşılır kılınır.”
Gözlem yapmadan elde ettiğimiz bilgiler de daha önceden yapılan gözlemlerin bir matematiksel veya fiziksel bir sonucu olarak karşımıza çıkar. Bunun en iyi örneği 19. yüzyıl keşiflerinden olan Le Verrier ve Galle’nin Neptün keşfidir. Le Verrier ve Galle, Uranüs’ün yörüngesinin başka bir gezegenin kütle çekiminden etkilendiğini düşünmüşlerdir. O gezegenin yerini de matematiksel olarak hesaplayıp Almanya’da Fraunhofer Teleskopu’yla gözlemlemişlerdir. Ve gözlemleri, tahminleri ile uyumlu çıkmıştır. Yaklaşık bu 150 yıllık bilgi, Pierre-Simon Laplace’ın determinizm fikrinin oluşmasına zemin hazırlamıştır.
19. Yüzyılın Batı dünyasında, doğada ve toplumda meydana gelen her olaya müdahale etme imkânı sağlayan determinizmin zirvesinde olduğu bilinmektedir. Şöyle ki, determinist paradigmanın etkilerinden dolayı doğa ve sosyal bilimler ayrımı yapmanın pek de kolay olmadığı bu dönemde, determinizm sadece bilimin gelişmesini şekillendirmekle de kalmamaktadır. Ve bu basit, tekdüze, mekanik evren imajı, aynı zamanda birçok diğer alana da yayıldı. Amerika Anayasasının hazırlayanları, saatin çarkları gibi tam bir âhenk içinde çalışan hükümetin kontrolünü sağlayacak bir yönetim makinası yapmaya yöneltti.
Napolyon savaşları yüzünden bozulan Avrupa’nın siyasal durumunu düzeltmek ve Avrupa’nın gelecekte alacağı durumu belirtmek ve saptamak amacıyla tüm Avrupa Devletleri Viyana’da büyük bir kongre gerçekleştirdiler. Kongreyi dört büyük devlet, yani İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya yönetmiş idi. Kongreye Avusturya Başbakanı Prens Meternich başkanlık etti. Fransız Devrimi sonrasında Avrupa’da ortaya çıkan sorunlara ilişkin görüşmelerin yapıldığı kongre, Fransız Devrimi’ni izleyen çağ “ulusçuluk çağı” olarak nitelendirildi. Çok uluslu Avusturya İmparatorluğu Başbakanı Franz von Metternich, tehlikeli gördüğü ulusçuluk akımının ortaya çıkabileceği sorunların çözümlenmesi için, Avrupa’nın tutucu güçlü devletlerini ortak hareket etmelerinin ortamını sağlamak amacındaydı. Hemen hemen bütün söylediklerini kabul ettiren Metternich, yeniden kurulan Avrupa’nın rehberi olarak nitelendiriliyordu. Hatta Metternich’e “Avrupa’nın dizginlerini elinde tutan adam” diyerek, bir süreliğine göklere çıkarmışlar idi. Komisyonlar biçiminde çalışmalarını yürüten bu uluslararası kongrenin ilk örneği olması açısından ilginç ve önemlidir.
Metternich Avrupa’da kuvvet dengesini oluşturmak için, Viyana Kongresine giderken, Pierre-Simon LAPLACE’ın çalışmalarını ve makalelerinin bir nüshasını bagajında taşıyordu.
Kaos teorisi, ilk olarak James Yorke ve TIEN-YIEN LI tarafından 1975 yılında dile getirilmiş olup, bize önemli bir şey hatırlatıyor. Dünya öngörülebilir bir modelde dönmez. İster beğenelim ister beğenmeyelim, kaos hayatımızın bir parçasıdır. Değişimin meydana geldiği küçük alanlar vardır ve bazı olayların etkilerini tahmin etmek de imkansızdır. “Herhangi bir planı herhangi bir zamanda değiştirmeye hazır olmamız gerektiğinin ifadesini kullanmaktan hiç çekinmeyiz ancak sıra bu düşünceyi uygulamaya gelince kaçarız.” Dediğinde, Kaos teorisi bize, bir olayın sonucunun farklı değişkenlere bağlı olduğunu söyler. Değişkenlerin sonucu nasıl etkilediğini her zaman tahmin edemeyiz. Her zaman bir hata payı, değişim için bir alan, son anda her şeyi değiştiren bir hata vardır. Bazen küçük bir değişiklik, büyük bir etki yapar ve tüm plan bir kaos haline gelir.
1961’de Edward Lorenz zamanı tahmin edebilecek bir bilgisayar yaratmaya çalıştı. Süreç boyunca, tüm sistemin tahmin edilemez davranışlar sergilemeye başladığını gözlemledi. Bu bir sayı yuvarlama hatası nedeniyle oldu. Daha sonra bu deneyim kelebek etkisini tanımlamaya yardımcı oldu. “Çin’de bir kelebek kanatlarını çırpsa, Amerika’da yer yerinden oynar.”
Batı siyasi, toplumsal yaşamın işleyişi üzerindeki uyguladığı tek metod olarak, bu kaos terosini pek benimsedi, özümsedi ve bir daha elinden hiç bırakmak istemedi. Bu teori sayesinde, kaostan düzen oluşturmak üzere tüm sosyal yaşamı bu teori üzerine kurguladı. Sosyolojide ise bu kaosun imkânlarını, toplumsal olayları belirlemede güç olarak kullandı.
Davranışı belirsiz ve kestirilemez görünen bir sistemi modellerken iki temel felsefi yaklaşımdan biri benimsenir: Ya belirsizliğin sistemin içkin bir özelliği olduğu, sistemin bünyesinde nedensellik ilkesine uymayan bir rastgelelik unsuru bulunduğu varsayılır; ya da sistemin aslında tamamen deterministik olduğu, yani belirli nedensellik ilişkilerine dayalı bir şekilde davrandığı, ancak bilgi yetersizliğimizden kaynaklanan bize özgü bir belirsizliğin var olduğu kabul edilir. Rastgelelik barındıran bir sistemin ileride neler yapacağını tam olarak öngöremememiz doğaldır. Olsa olsa olasılık hesapları yapar ve tekrarlanan olaylarda ortalama ve benzeri istatistikleri doğru tahmin edebileceğimizi düşünebiliriz. Halbuki deterministik olarak modellenen bir sistem söz konusu olduğunda, bilim ve teknoloji ilerledikçe sisteme dair bilgi eksikliklerimizi gidermemiz, sistemi daha iyi modelleyip daha hassas ölçümler yaparak nasıl davranacağını giderek daha iyi kestirmemiz beklenir. Yani var olan, ulaşabildiğimiz, gözlemleyebildiğimiz BİLGİ HAREKETİNE göre… Geleneksel var olan bir kabullenişe göre özet olarak bakacak olur isek; deterministik sistemler özünde öngörülebilirdir, yeterli bilgi sahibi bir gözlemci sistemin ne yapacağını kestirebilir.
1970’lerde popüleritesi artmaya başlayan Kaos Teorisi ezberleri alt üst ederek, özel koşullarda kendisine zemin bularak, deterministik sistemlerde uzun vadeli öngörünün asla mümkün olamayacağını görüşünü açıkça ortaya koydu. “Deterministik kaos” üzerine yapılan çalışmalar özellikle “kararlı kaotik rejim”ler üzerinde yoğunlaştı. Bundan kasıt, deterministik bir sistemin asla kendini tekrarlamadan sürdürdüğü, rastgele gibi görünen, ama belli sınırlar dahilinde kalan ve bazı istatistiksel özellikleri sabit kalan bir devinim biçimi. Bu, aslında bir cins karmaşık ve dinamik denge durumu.
Belirsizlik, gündelik dilde genellikle negatif olarak algılanan ve aktarılan bir kavram. İnsanın belirsizlikten kurtulma konusundaki kaygısının en temel nedenlerinden biri, doğası gereği bilmek istemesi, eylemde bulunma zorunluluğu. Hayatın karşımıza çıkardığı çeşitli durumlarda bizim için en doğru olacak eylemin seçimini yapabilmek için elimizdeki bilgilerin ve modellerin belirli olmasını isteriz. Eylemimizin neticesinde ne sonuç oluşturacağı konusunda belirsizlik olduğunda kararsızlığın verdiği huzursuzluk, konfor alanını kaybetme duygusu ile karşı karşıya geliyoruz.
Bazı zamanlarda, toplumsal dinamiklerde artış olduğunda, bir takım düzenleyici mekanizmalar devreye girer. Tekrar azalan karmaşıklık ile birlikte “Kararlı kaotik rejim” anlamındaki kaos, canlı sistemler için ümit vaad edebilir. Hem canlı organizmalar, hem toplumlar için, çeşitli alternatifler deneyerek koşullara uyum sağlamaya, öğrenmeye, gelişmeye, çözüm üretmeye ve yenilenmeye elverişli “kararlı kaos”, kararında, ölçülü, dengeli olmak koşulu ile huzurlu ve sağlıklı bir rejim neticesi yaşatır. Bunun aksini düşünecek olursak, kesin davranış kalıplarının tekrarlanması ile, tamamen öngörülebilir bir varoluş biçimi, canlılığın gerektirdiği adaptasyondan yoksun ve dolayısıyla sürdürülemez hatta tahammül edilemez bir yaşam oluşturabilir. Yani yaşam, düşünce ve bilimden uzak bir dünya düzeninden ibaret olabilir.
En son 2020’Nin pandemi süreci olarak yaşadığımız bugünlerin öncesine de kısa bir hatırlayış olarak bakacak olur isek; balkanlarda, ortadoğuda bitmek bilmeyen savaş ve şiddet, dünyada yok olan doğal kaynaklar, küresel ısınma, enerji savaşları ve bunun gibi daha pek çok… Sürekli olarak dengelerin yer değişiminde altında kalarak, daha sonra tekrar az bir nefes almaya çalıştığımız yaşamımız… Ve aylardır beklediğimiz ABD seçimleri! Pandeminin belirsizliğini kaça katladı bilemiyoruz henüz. “Altın Taçlı perşembenin pandemili seçim belirsizliği”. Dünyada herkesin öngörme yarışına girdiği bu son olayların Kaos Teorisi’yle bağlantısını düşünmenin tam zamanı. Dünya bir rastlantısal kaos içinde mi, yoksa bu kaos nedenselliğe bağlı olarak mı gelişiyor? İşte bizim heran hatırlatmaya çalıştığımız meşhur sorumuz “Bize Ne oldu?” ve “Bize daha Neler olacak?” Bu sorunsalımız, işte tam burada sanırım daha bir anlam kazanıyor.