TEKNOLOJİ DEVRİMİYLE NE OLDU?

“Bir çocuğun yüreğine, düşlerine, çocuksuluklarına, korkularına sahip olamadan yaşayan çocuklar… İnsanları, rakamlarla, kurallarla, biçimlerle değerlendiren; her şeyin, yaşamların bile her santiminin parayla alınıp satılan bir mal olduğunu savunan bir yaşam felsefesinin kentsoylu savunucuları ve uygulayıcıları… Bunların boyunduruğunda ve kömür madenleriyle dokuma fabrikalarında yaşamaya çalışan işçiler… Sevme hakkı bile olmayan kadınlar…” Charles Dickens

Kuzeybatı İngiltere’deki Coketown kasabasının insanları… Geniş yığınların sanayi devrimi sırasında çektiği acıları ve yoksullukları… Gerçekçi bir bakışla anlattığı için yine İngiliz yazarımız Bay Charles Dickens’ın Zor Zamanlar adlı bu romanı ile başlamak istedim.

Romanın başında karşılaştığımız ilk karakter ve Dickens’in merkezi figürlerinden birisi olan  Coketown’da, zengin bir emekli tüccar Thomas Gradgrind’dir. “Thomas Grind; “gerçekler (facts)” olarak nitelendirdiği utilitarian (faydacı) eğitim felsefesini tanıtması ile şu şekilde başlar: “Şimdi, sizlerden yalnızca “gerçek (fact)” bilgiyi istiyorum. Bu çocuklara sadece “gerçekleri” öğreteceksiniz. Yaşam için gerekli olanlar somut “gerçeklerdir”. Bu kafalara başka hiçbir şey ekmeyin ve olanları da köklerinden söküp atın. Düşünen hayvanların beyinlerini ancak “gerçeklerle” doldurabilirsiniz. Başka hiçbir şey onların işlerine yaramayacaktır. Kendi çocuklarımı da bu ilke doğrultusunda yetiştiriyorum. “Gerçeklerden” şaşmayınız Bayım.” Thomas Gradgrind “gerçek” olmayan bir şeyi asla kullanmayan; eğer bir şeyleri sayamıyorsa ya da onları ölçemiyorsa, onları asla düşünmeyen, kafasında onların yer işgal etmesini istemeyen birisidir.” Gradgrind’e göre; boş bir kafa hayallerle dolu olan bir kafadan daha iyidir, dediği bu cümlenin altını çiziyorum!

Bugünümüzü anlamak için, tozlu tarih raflarından sadece anma günlerinde indirdiğimiz, hiç kapanmamış, geçmişte kalan bizim apaçık geçmişimiz olan dosyaları, yargılamadan, tarafsız olarak tekrar okumamız gerekmez mi? Sadece yok sayıyoruz, yerimizde sayarken. Sistem kendisini her an yenilerken hiç bir şeyin farkında değiliz. 2020 yılında ne zaman ayağımızı yerden kestiler, işte o vakit az biraz bir şeyler duyduk. Tabi ki bu yerden kesilip, uzaklaşmamız tüm dünyaya çekilişsiz kurasız, en süperinden ne bir otomobildi, ne de aklımızı başımızdan sonsuza dek alacak bir mutluluk… Sadece bir sabah uyandık, ikinci bir emir gelene kadar ev dolaşım serbestliğini, gece gündüz tek tip serbest ev kıyafeti ile kendi mutfağınızdaki ekmek yapımı kurslarına katılabilirsiniz, dediler. Bir de sınırsız internet paketimiz ile, sınırsız canlı yayın hakkı verdiler. TV veya instagram, You Tube gibi sosyal medyanın uygulamalarında, “Yeni Dünya düzeni kuruluyormuş, bize yeni haber verdiler, biz de şimdi öğrendik” programlarında “önce ben duydum.” yarışmalarını izledik.

Kendi aklımızı kullanarak, temiz geniş bir bakış açı ile, geçmişimizin dosyalarını en iyi şekilde anlamamız gerekiyor. Ancak farklı yargılamalara kapılmadan yani toz kaldırmadan. Bunu yapmaz isek, “O dedi, bu dedi” dedikoduları, kehanet bilgileri ile bugünümüzü de heba edip, yarına müflis, inşaa edilememiş, köleleşmiş bir yaşama yelken açarken kendimizi bulmak kaçılmaz olacaktır. Hayata açtığımız özgürlük yelkenin bir anlamı olmalıdır ve nereye gideceğimizi bilmek için nereden geldiğimizi bilmemiz gerekir. Geçmişte olanları araştırmak, incelemek ve şu andaki yansımalarını görebilmek hayatımızı anlatan hikayenin oluşmasında, geliştirmesinde önemlidir. Yani bir seyir defteri şart !

Tarihsel dönüşüm ve bu dönüşümlerin bugümüze kalan köklü mirası, Batı uygarlığının bitmeyen tozlu ayak sesleridir.  Çağdaş Batı uygarlığı, Rönesans, Hümanizma, Reformasyon, Bilim Devrimi, Burjuva Devrimleri, Sanayi Devrimi, Aydınlanma gibi temel dönüm noktalarının ortak bilgi hareketi ile yükselmektedir. Tüm bu paradigma geçişleri, açığa çıktığı yer ve zaman bakımından olduğu gibi, içerik bakımından da farklılık gösterir. Tarihsel gelişmenin sürecinde tetikleme sistemine bağlı Fransız Devrimleri, 17. yüzyıl İngiliz Devrimleri ile karşılaştırıldığında, dayandığı sınıflar ve siyasal sebepleri ile bize epeyce netlik kazandırır. Önemli olan bir detay ise; aydınlanma düşüncesinin İngiltere’deki anlamı ve hedefleri ile bu düşünce akımının özdeşleşen Fransa’daki anlamı ve hedefleri birbirinden farklıdır. 18. yüzyılın Fransız ve öteki Kıta Avrupası düşünürleri Aydınlanma’yı aklın egemenliği olarak algılarken, Adam Smith’in de içinde bulunduğu İskoçyalı düşünürler “ticari toplumun (kapitalizmin) yarattığı toplumsal ve siyasal paradoksları çözmeye odaklanan, aydınlanma fikrinin oluşum ve gelişim öncülüğünü yapmışlardır. Bu farklılığın temelinde yatan “İki şehirin Hikayesi”ndeki, yani bu tarihte hep toz kaldıran bu iki ülkenin farklı tarihsel deneyimleridir.

Bu iki şehirin 19.yüzyıldaki tarihsel deneyiminden, 21.yüzyılda “bize neler oluyor?” sorusunu akla getirecek kısa bir bölümü tekrar hatırmak bize iyi gelecektir.

“1848 işçi devrimlerimi, Fransa’da 1830 ve 1848 yılları arasında işçilerin öncülüğünde başlatılmış özgürlük ve devrim hareketleri… Birçok Avrupa devleti bu dönemde büyük sarsıntılar geçirmişlerdi. 1848 devrimi öncelikle 24 Şubat günü Fransa’da patlak vermiş ve tüm Avrupa kıtasına yayılmış idi. 13 Mart’ta Viyana, 18 Mart’ta Berlin ayaklanmış, 10 Nisan’da İngiltere’de Çaristler büyük bir gösteri düzenlemiş, Mayıs başında İtalya’da bir halk ayaklanması kopmuş idi.”

Ve 21.yüzyıl! 17 Kasım 2018 “Sarı Yelekliler hareketi”! Bir sıradan yeleğin, tüm avrupanın tozunu buluta çeviren, bir hareketin ayak sesleri ve halen dinmedi… Ama biz bunun Ne demek olduğunu bilemedik, duyamadık Ne yazık ki… Bir de, halen Victoria Şanlı Güneş Tacı, tahtın üzerinde yaşamını sürdürür iken, “Hayda Bre Büyük Britanya” diyen, Brexit’i kaşla yelek arasında imzalayanları da bilemedik. Biz, sarı yeleklilerin fosforlu renginin hipnozundan çıkamamış iken, master chef yarışma ekibinden “evde ekmek yapımını nasıl olur da öğrenemedik çaresizliğini yaşıyorduk” oysa !

Neyse ki artık, her şerde bir hayrı da öğrendik, ekmeği de, hiç değil ise endüstri 4.0’ın da ne anlama geldiğini biliyoruz. Artık, Endüstri 1.0’dan, Endüstri 4.0’a kısa bir yolculuğa başlamanın zamanı geldi.

“Sanal Alemin İlk Büyük Filozofu”  Manuel Castells’in “Ağ toplumu Yükselişi”nden aldığım kısa notları paylaşmak isterim. Manuel Castells’in bu tespitleri bizim ileriye görmemizde ve “bize daha neler olacak?” sorgulamalarımızda, düşünmemizi sağlayacak daha doğrusu kendimize çeki düzen verip, aklımızı başımızı toparlatacak önemli bilgiye sahip olduğunu iddia edebilirim.

(Manuel Castells, Kent sosyolojisi, sosyal bilimlerde metodoloji, kalkınma sosyolojisi, toplumsal hareketlerin sosyolojisi, enformasyon teknolojisinin sosyolojisi gibi çok farklı alanlarda geniş ve ayrıntılı araştırmalara da yapmıştır.)

Peki Teknoloji Devrim ile Ne Oldu?

Radyo merkeziliğini yitirdi, hükümetin desteklediği sanatlar, geniş ekranlardaki özel efekt gösterileri istisna olmak üzere filmler, televizyon seyircilerine uygun düşecek bir değişim sürecinden geçtiler. Gazeteler ve dergiler içeriklerini derinleştirmekte, hedef kitlelerini seçmekte uzmanlaştı. Televizyon için ise “Televizyondaki bütün söylemin baskın ideolojisi eğlencedir. Ne gösterilirse ya da hangi bakış açısından gösterilirse gösterilsin, kapsayıcı varsayım televizyonun eğlence ve haz için varolduğudur.” (N.Postman) Kitaplara gelince; birçok kitabın gerisindeki bilinçdışı arzu TV senaryosu haline gelmek olsa da, onlar kitap olarak kaldılar; çok satanlar listeleriyse kısa sürede TV karakterlerine ya da TV’de popüler olan temalara atıfta bulunan başlıklarla dolup taştı. “Tarihte ilk kez insan iletişiminin yazılı, sözlü, görsel-işitsel biçimlerini aynı sistem içinde bütünleştiren bir hiper-text ve meta-dil oluşturdu.” Manuel Castells

Sanayi Devrimi, toplumların kendi içindeki, milletler arasındaki ve medeniyetler arasındaki siyasi güç dengelerini sürekli değişikliğe uğratarak, toplumsal düzeni devrimcileştirmiş, insanın yaşam biçimi ile düşünme biçimlerini de değiştirmiştir.

Aslında hiçkimse refahını arttıran endüstri devrimlerine tamamen karşı değildir. Sadece endüstri  devrimleri ile beraber gelen kötü şartların içinde kaybolan insanlıktan, köleleşmekten şikayetçiyiz. Dolayısıyla artık değişimin altında ezilen değil, bu durumu birlikte, insancıl duygular ile dönüştürme zamanı. Böylece dünyamız daha yaşanabilir bir gezegen haline gelebilir.

Daha yaşanılır bir dünya için, sevginin, umudun ve barışın rehberliğine ihtiyacımız var !

Anahtar Kelimeler:Charles Dickens Nurfer Tercan Thomas Gradgrind